Leyla Şerif Emin hanımefendinin 23.01.2017 tarihli KOMŞİNİN KAPİCİĞİ başlıklı " makalesini, Rumeli kültürüne ait olması nedeniyle paylaşmak istedim. Rahmetli babamdan çok dinlemiştim avludaki KAPICIK hikayelerini..
KOMŞİNİN KAPİCİĞİ
Kış mevsimi olması gerektiği gibi şüphesiz, kar yağdı, havalar soğudu, her şey yerli yerinde. Bazı şehirler kartpostalı andırıyor, çocukların gülüşlerini ve kahkahalarını sokaklarda duymayı özlemiştik. Hiç düşündünüz mü; Balkanlardan gelen soğuk hava rüzgarı Balkanlara nereden geliyor? Bu konuda o kadar çok espri yapılıyor ki Türkiye’de, farkındayız, ama emin olun hiçbir kabahatimiz yok, bize de zaten Kutuptan geliyor; hatta Sibirya’dan, sonra ne hikmetse size ulaşıyor.
Bu soğuk kış günlerinde ben aslında kardan, kıştan uzak, bu soğuk havaların sıcak kapılarından bahsetmek istiyorum. İki yıl önce Kapadokya’da Makedonya Kültür Günleri vesilesiyle bir gece düzenlendi; şiirler okundu, farklı ülkelerden gelen yazarlar ve şairlerle Makedonya’dan katılan şairler bir araya geldi. Bu özel günler sebebiyle Makedonya Cumhurbaşkanı da Üsküp’ten Kapadokya’ya gelmişti. Bu kafilenin içinde hem Türkler hem de Makedonlar vardı. Kapadokya’yı beraber gezdik, aylardan Nisan’dı. Ne hikmetse Nisan ayının ortası olmasına rağmen Kapadokya’ya kar yağmıştı. Her yer bembeyazdı bu bahar ayında, iklim yolunu şaşırmış sandık.
Bende ise farklı bir heyecan vardı, ilk kez Makedonya Cumhurbaşkanının önünde şiir okuyacaktım. Gittiğimiz her yerde bizi koruyan özel tim ekipleri de vardı. Arada onlarla da muhabbet ediyorduk. Bizim Anavatan hasretimiz vardı, gezmek bahane. Yazdığım şiirlerin neredeyse hepsi vatan konulu oluyor. Denemelerde biraz daha farklı, konular değişebiliyor ama şiirde “her şey vatan için”. İçimden geleni kâğıda döküyorum.
Sıra bana gelmişti, “Eyvallah” şiirini okuyacaktım. Şiir, iki ülke arasında kalan bizleri anlatıyordu. Benim de karşımda bizim Cumhurbaşkanımız vardı. Ne hikmetse, 2006 yılında Makedonya’nın Gostivar şehrinde yine bir şiir okumuştum, o zaman da karşımda Sayın Recep Tayyip Erdoğan vardı. Ben de sözlerime öyle başladım, şanslı biriyim dedim, Türkiye’deyken Makedonya Cumhurbaşkanının önünde şiir okuyorum, Makedonya’dayken de Türkiye’nin şimdiki Cumhurbaşkanına şiir okumuştum. İşte bu, iki ülkenin aslında birbirine ne kadar yakın olduğunu gösteriyor.
Şiiri okudum yerime oturdum. Nasıl bir şiir miydi, şöyle açıklayayım: Yanımda Fatih isminde özel timden bir görevli kardeşimiz vardı, programdan sonra geldi şunları söyledi; “Şiiriniz bittikten sonra ‘Allah Allah!’ diye bağırmamak için kendimi zor tuttum, neydi o ‘varsın sana uzaktan bakayım eyvallah, kimseler dokunmasın diye surların olayım, yüz değil bin yıl geçse hasretine kanayım, yeter ki sende değil ellerin toprağında yabancı kalayım”. Karşılıklı duygular bunlar, Geçen yıl Gerçek Hayat Dergisi bir başlık atmıştı hatırlarsanız, “Toparlanın, Bin Yıl Daha Buradayız”. Ben de diyorum ki; “Toparlanın, Bin Yıl Daha Dışardayız.“ Dışarda derken yanlış anlaşılmasın, aynı takımdayız ama biz deplasmandayız.
Ertesi gün bir sempozyumda konuşma yapan Makedonya Cumhurbaşkanı Sayın İvanov, Türkiye ile Makedonya’nın ilişkilerini bir cümleyle özetlemiş, “Daha çok komşi kapiciklar açacağız” demişti. Evet, Balkanlarda pişen soğuk hava rüzgârı Türkiye’ye kar olarak yağdı. Cumhurbaşkanı bu cümleyi tesadüfen kurmamıştı. Komşu, insanın kendi ailesinden sonraki en yakın çevresidir. Özellikle bu konuda hem birçok atasözü, hem de hadisler var. Bizler bu topraklarda yeri gelir, farklı dinden birileriyle komşu oluruz, yeri gelir farklı milletten kimseler komşumuz olur. Komşu kelimesi ise bu topraklarda her dilde aynıdır. Hangi milletten olursa olsun, “komşi” dersen herkes anlar seni. Öyle ki bizim Cumhurbaşkanımız da özellikle “komşi kapicik” kelimesini kullandı. Bu topraklarda yıllarca Türk, Makedon, Arnavut, Sırp, Boşnak gibi farklı milletler birbiriyle komşuluk yapmıştır. Dışarda gezerken biri adınızı bilmezse bir anda “heyy komşiyaa” diye seslenebilir; belki cüzdanınız düşmüştür, belki de saatin kaç olduğunu soracaktır, dönüp bakmanız lazım.
Müstakil evleri olanların avlusu hep geniş tutulurdu bizde, düğünler eskiden salonlarda yapılmazdı çünkü. Evlerin avlularına masalar serilirdi, sandalyeler komşulardan alınır, kocaman ve sımsıcak bir ortam oluşurdu. Tabi ki olmazsa olmazımız ise “komşi kapicik”. Bu kapılardan geçerek kocaman bir mahalleyi hiç sokağa çıkmadan gezebilirdin. Açtığın kapı bazen farklı bir kültüre açılsa da, o kapıdan duyulan müzik farklı bir ezgi olsa da, o kapıdan giren çocuklar evin avlusundaki ağaçtan erikler veya dutları aşırsa da o kapılar asla kapanmazdı. Yan komşunun haylaz çocuğu bazen avlundan kaçıp giderken yakalanır, bazen de o kapı yan komşunun bir telaşını gidermek için açılırdı. Bir dünyadan farklı bir dünyaya açılır kimi zaman bu kapılar. Ev hanımları için özellikle sosyalleşmenin en güzel yanıydı bu komşuluklar. Komşundan farklı bir kültürü öğrenebiliyorsun, en azından farklı diller öğrenebiliyorsun. Hiç kurslara gitmeden, hiçbir atölyeye katılmadan, örgüden yemek tariflerine, dilden resime, yardımlaşma veya bayramlaşma her şey yan kapıda gizliydi. Sevgiyle yapılan el sanatları vardı, saf yünü elde iplik haline dönüştüren nineler mesela. Rahmetli babaannem bu soğuk kış günleri için ne kadar da çok çorap örmüştü bize, beyaz yünden yelekler bazen hediye edilirdi yan komşulara, ya da yeni doğmuş bebelere patikler geçerdi bu kapıcıklardan. Paskalyada boyanmış yumurtalar hediye edilir, bayramda baklava ikramında bulunulurdu. Evinde pişen bir yemek, yanındaki yaşlı bir nine varsa mutlaka ona da bir tabakta götürüldü. Biz “bir zamanların çocukları”, bu kapıcıkları geçip, farklı kültürlerin renklerinden geçerken aslında ne kadar da şanslıymışız. Regaib kandili ise çocukluğumuzun unutulmaz efsanesi. Kızlar başlarına beyaz başlıklar takar, bütün komşulara sizin deyiminizle lokum, bizdeki adıyla “tiganitsa” dağıtırdı.
Bu soğuk kış günlerinde bana bütün bunları hatırlatan, bayırlardan kızaklarıyla kaymaya çalışan çocuklar şüphesiz. Kızaklar yeni alınmış belli, eskiler yıllardır tavan arasında paslanmış çünkü, aslında bir araba lastiği de yeterdi bu eğlenceye, unutulmuş gitmiş hepsi. Uzun zamandır aslında kar yağmıyordu buralara, uzun zamandır kış gerektiği gibi uğramıyordu kapımıza. İnsanlar gibi, komşular gibi, mevsimler de, iklim de değişti. Kapılara tek tek kilit vuruldu, yardımlaşmayı dernekler üstlendi, AVM’lerdeki oyun parkları çocuklarla doldu, mahalleler, bayırlar ve çayırlar sessiz kaldı. Nerde bir boş alan varsa bir bina yapıldı, komşular birbirine selam vermeden yoluna devam etti. Düğünler ise beş yıldızlı restoranlara terfi etti, evler tertemiz kaldı ama ne yazık ki insanlık kirlendi. Çocukların elbiseleri tertemiz kaldı ama beyinleri bilgi kirliliğiyle doldu. Şimdi ülkeler arası “komşi kapicik” açmaya çalışıyoruz ama önce biz kendi evimizdeki kapılara bakmalıyız bence, ya da yeniden komşuluğu öğrenmeye çalışmalıyız.
Yine de fazla karamsar olmayalım, bazı yerlerde bu kültür hâlâ devam ediyor, kaybetmemek umuduyla inşallah.